“Çatışmayı sonlandıracak yöntemler ve düzenlemeler titizlikle ele alınmalı ve sürecin doğasına uygun bir şekilde yapılmalıdır”
“Çatışmanın temelinde yatan sorunu çözecek yolları açmak gereklidir”
“Hukuksal güvenceler oluştukça sürece güven de artar”
Kürt sorununun bu çatışmanın kaynağı olduğu konusunda doğrudan, dolaylı, açık, örtük neredeyse geniş bir fikir birliği olduğunu ifade eden Sancar, şunları kaydetti:
“Barış hukukunun üçüncü boyutu, bu iki aşamayı bütünsel barışa dönüştürecek ve kalıcı hale getirecek çalışmaları yürütmek, düzenlemeleri yapmak, tedbirleri almaktır. Bunun da temelinde demokratikleşme ya da demokratik toplumun inşası yer alır. Bu üç aşamanın, bu üç unsurun da -ki bunlara başkaları eklenebilir- hukuk ve demokrasi bu üç unsurun birbiriyle bütünleşmiş önemli boyutlarıdır.
Vazgeçilmez boyutlardır. Hukuksal güvenceler oluştukça sürece güven de artar. Sadece beyan ve sözlü taahhütlerle toplumda güveni büyütmek ya da geliştirmek mümkün olmaz. Güvenin temeli güvencelere hatta demokrasi konusunda ciddi bir plan bir program hazırlayıp bunu hayata geçirmektir. Hem toplumsal katılımı büyütür hem süreci farklı toplum kesimlerinin sahiplenmesini sağlar.
Aynı zamanda itirazları, kaygıları ve tereddütleri gidermeye de büyük ölçüde yardımcı olur. O nedenle bu çerçevede de çalışmalar yürütmek sürecin ve barış hukukunun bir parçasıdır. Daha doğrusu bütün bunları içeren bir barış planına ihtiyacımız var.
“Komisyonun işlevini sürdürebilmesi için barış planı ve barış hukuku üzerinde somut ve doğrudan çalışmalar yapmasına acil ihtiyaç var”
Meclis’te yürütülen çalışmalar bu açıdan değerlidir. Komisyonun varlığı, katılımı teşvik etmekte toplumla iletişimi ve sürecin toplumda kabul görmesine katkı sunmaktadır. Bu katkı önemlidir, ciddidir. Ancak, Komisyonun bu işlevini gerçek anlamda sürdürebilmesi için barış planı ve barış hukuku üzerinde de somut ve doğrudan çalışmalar yapmasına acil ihtiyaç vardır. Bir sorunu çözmenin sadece siyasal alanda değil kişisel ilişkilerde toplumsal meselelerde de bir sorunu çözmenin en önemli gereği o sorunun adını koymaktır.
Adını koymadığınız zaman neyin nasıl çözeceğiniz konusunda da bir karmaşa yaratırsınız. ‘Bir çatışma var mı? Yok mu?’ sorusuna doğrudan adını koyarak cevap vermek gerekiyor. Evet, bir çatışma var ve bazı kesimler bu çatışmanın savaş olarak adlandırılması kabul etmiyor olabilirler. Bu gerekli de değildir. Çünkü barışın karşıtı yeni çalışmalarda, son 30-40 yıllık çalışmalarda ısrarla vurgulandığı üzere barışın karşıt kavramı savaş değil şiddettir.
Parlamento bu sürecin canevi işlevini görmelidir. Elbette aynı zamanda toplumun bütün kesimlerinin de burada rol oynayacağı yöntemlerin geliştirilmesi. Bu çalıştayda adını koyarak ilerleme ekseninde tartışmalar yürütmeyi hedeflemiştik. Mesela çatışmayı sonlandırdığınızda ne olacak?
“Çatışmayı bitirmek ve sorunu çözmek demokratik entegrasyon gibi kilit bir kavramla mümkün olacaktır”
Entegrasyon bu sürecin silah bırakma sürecinin, silahsızlanma sürecinin ayrılmaz unsuru. Demokratik entegrasyon diyoruz. Çalıştayımızın başlığında da ve alt oturum başlıklarında da bu kavramı kullanıyoruz. Çok kısa neden bu kavramı kullandığımızı biraz önceki atıf dışında şöyle açıklayabilirim.
Çatışmayı bitirmek ve sorunu çözmek demokratik entegrasyon gibi kilit bir kavramla mümkün olacaktır. Bunu iki boyutta ele alabiliriz. Dar anlamda entegrasyon, demokratik entegrasyon, geniş anlamda demokratik entegrasyon. Dar anlamda demokratik entegrasyon silahın yerini siyasetin alacağı, demokratik zeminde çalışma yürütmenin şartlarının yaratılacağı bir duruma işaret ediyor. Dolayısıyla bugün tartışacağımız konulardan biri silahsızlanma ve silah bırakma sürecinde demokratik entegrasyonun bu boyutudur.
Geniş alanda demokratik entegrasyon elbette daha uzun vadeli ve aşamalı çalışmalar gerektirir. Bu da çatışmanın temelinde yatan sorunu çözecek yolları açmak ve bütün bunları kalıcı hale getirecek demokratikleşme programlarını hayata geçirecek. Böylece insanların kimliklerini özgürce yaşadığı, eşit yurttaşlığın gerçek anlamda yerleştiği bir süreci işletmemiz de mümkün olacak.” (ANKA)